Tunceli(Dersimden)
TUNCELİ'NİN TARİHÇESİ
Bu bölümdeki tüm yazılarda alıntıdır ve tartışmaya ve değişikliğe açıktır.
Tunceli'nin, Çemişgezek ilçesinin güneyinde yer alan Keban Baraj Gölü altında kalan Pulur (Sakyol) Höyüğünde 1968-1970 yılları arasında yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda elde edilen bulgular, yöreye Kalkolitik Çağda (M.Ö. 5500-3500) yerleşildiğini göstermektedir. Pulur'da bulunan Höyükte yapılan kazılarda kale görünümünde evlere, ocaklara, dibeklere, çeşitli öğütme araçlarına, çeşitli hayvan resimlerine, tunçtan yapılmış iğne ve kazma gibi çeşitli madeni eşyalara rastlanmıştır
İşuva (Hurri-Mitanni) adıyla anılan bölgede yazılı tarih M.Ö. 2200'lerde Subarrularla başlamaktadır. M.Ö. 2200'lerde bölge, Hurrilerin eline geçmiştir. İşuva adı ilk kez III. Tuthalya döneminde, Hitit kaynaklarında geçmektedir. Anadolu'da büyük bir devlet kuran Hititler İ.Ö. 1375-1335 yıllarında Tunceli'ye kadar gelmişlerdir. Mazgirt ilçesinde bulunan kalede yapılan araştırmalarda rastlanan çivi yazılı belgelere göre Hitit Devleti yıkıldıktan sonra bölgeye, M.Ö. 12. yüzyılda Urartuların egemen olduğunu gösteren bulgulara rastlanmıştır. Muşki adıyla tanımlanan kavmin yerleşim alanı olan yöre, M.Ö. 7. yüzyılda sırasıyla Medlerin ve Perslerin egemenliği altında kalmış ve daha sonra bölge, İskender tarafından fethedilerek Makedonyalıların egemenliği altına girmiştir. Makedonya Devleti yıkıldıktan sonra ise M.Ö. 17 yılında Romalıların Egemenliğine giren yörede kısa bir süre Partlar, etkinlik sağlamışlarsa da M.S. 2. yy.'da Romalılar, Partların etkinliğini kırarak bölgeyi Kappadokia Eyaleti'ne bağlamışlardır. Bir süre el değiştirerek Kappadokialar ve Selevkoslar tarafından yönetilen, Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra ise Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde kalan yöre, M.S. 7.yy.'da "Roma Mezopotamyası" adıyla Tehema'da (İl) yer almıştır. Yöre zaman zaman el değiştirerek Bizanslılar ve Sasaniler tarafından yönetilmiştir.
M.S. 639'da Halife Ömer döneminde Anadolu'ya yapılan akınlar sonucunda yöre Arapların eline geçmiş, ancak Araplar ve Bizanslılar arasında uzun süre devam eden mücadeleler sonucunda yöre, M.S. 972 yılında tekrar Bizanslıların hakimiyeti altına girmiştir.
1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu'da Türklerin egemenliğinin hızla yayıldığı dönemde bölge 1087 yılında yöre kesin olarak Türklerin egemenliği altına girmiştir. 1228 yılında Anadolu'ya tamamen hakim olan Anadolu Selçukluları 1243 yılında yapılan "Kösedağ Savaşı"na kadar yöreyi hakimiyetleri altında bulundurmuşlardır. Ancak bu savaşta Selçuklular yenilince bölge Moğolların denetimi altına girmiştir. Daha sonraları bu yöre önce Mengüceklerin, sonra da uzun süre Akkoyunluların egemenliği altında kalmıştır. Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar Akkoyunluların yönetimi altında bulunan Tunceli, 1473 yılında yapılan "Otlukbeli Savaşı"ndan sonra Osmanlı yönetimi altına girmiştir. Kısa bir süre Safevilerin yönetimi altına giren yöre, 1514 yılında yapılan "Çaldıran Savaşı"ndan sonra tekrar Osmanlı yönetimi altına girmiştir.
Yöre, Osmanlı yönetiminde 1847 yılında, Hozat merkez olmak üzere "Dersim Livası" adıyla sancak yapılarak Erzurum'a bağlanmıştır. 1879 yılında da Farsça 'Gümüş Kapı' anlamına gelen "Dersim" adıyla ayrı bir il olan Tunceli, 1886 yılında Mutasarrıflığa indirilmiş 1892 yılında tekrar sancak yapılarak Mamurat-ül Aziz (Elazığ) iline bağlanmıştır.
Bugün Tunceli iline bağlı ilçe olan Hozat, Cumhuriyet öncesinde mutasarrıflık iken Cumhuriyetin ilanı ile "Dersim Vilayeti" haline getirilmiştir. 25 Aralık 1935 tarih ve 2885 sayılı Kanunla geçici merkezi Elazığ ili olmak üzere, Erzincan'ın Pülümür, Elazığ'ın Nazımiye, Hozat, Mazgirt,Pertek,Ovacık ve Çemişgezek ilçeleri bağlanarak Tunceli Vilayeti teşkil edilmiştir. 30 Aralık 1946 tarih ve 4993 sayılı Kanuna göre İl merkezi halen bugünkü merkezi durumunda olan Kalan Kasabası'na nakledilmiştir. Daha önce "Kalan" olan İlin ismi Mustafa Kemal ATATÜRK, tarafından "Tunceli" olarak değiştirilmiş olup, tunç gibi sağlam insanların yaşadığı yöre anlamına gelmektedir.
Hüseyin Aygün Yazısı
Dersim tarihte çok eski bir bölgenin adıdır. Kürtçe’de “gümüş kapı”, Zazaca da ise “duvarlı” anlamına geldiği rivayet olunur.
Burada yüzyıllar boyunca Alevi-Kızılbaşlar, Zazalar, Kürtler, Ermeniler ve Türkler bir arada yaşadılar. Bu nedenle buranın en eski yer ve diğer adları yaşamış halkların mührünü taşır.
Bölgenin resmi adı Osmanlı döneminde Dersim idi. 19. yüzyılın ortalarından beri bir sancak idi ve Hozat’tan idare ediliyordu. Cumhuriyet idaresi, diğer icraatların yanı sıra Dersim’de adları değiştirmekle işe başladı.
Dersim adı 1935 yılında “Tunceli” ilan edildi. “Tunç gibi sağlam insanların yeri” anlamında üretilen bu yapay isim Dersim’i silmeyi başaramadı. 1935 yılında kabul edilen “Tunceli Kanunu”, sadece Dersim’i değil; hatta bölgenin yerel adları olan “Mamekiye” ve “Kalan”ı da tarihten silmek istedi. Ama olmadı.
Bugün Dersim’de nereye gitseniz “Dersim A.Ş”, “Dersim Temel Haklar Derneği”, “Mameki Gümüşçülük”, “Kalan İlköğretim Okulu”, “Kalan Müzik”, “Dersim Kafe”, “Kalan Restaurant” vb. adlara rastlarsınız.
Cumhuriyet, Dersim’in ilçelerinin adlarını değiştirdi. Pulur “Ovacık”, Qısle “Nazımiye”, Mazgert “Mazgirt”, Pulımıriye “Pülümür”, Pertage “Pertek” ve Xozat “Hozat” oldu. Doğrusu ilçelerin adları değiştirilirken en önemli kaygı olan “Öz Türkçe” kaygısı ağır bastı. İlçelerin tarihi geçmişi, dokusu ve adlarının anlamı dikkate alınmadı. O yüzden ortaya sadece “güzel Türkçe” açısından bir tablo çıktı. Ama eski adlar yine de yaşadı ve yaşıyor. Bugün özellikle Zazaca ve Kürtçe konuşulduğunda bu adların dipdiri olduğunu görürsünüz.
Sonra sıra geldi köy adlarına. Ermenice olan “Xaceliye”, “Sin”, “İksor”, “Askisor”, “Zağge”, “Xeç”, “Merxo”, “Xosor”, “Sorpyan”, “Xeceriye”, “Vankuk”, “Putik”, “Vartinik”, “Mirik”, “Sinsor”, “Zımek”, “Kılise”, “Xozinik”, “Lazvan”, “Xakis”, “Xılvis”, “Çaxperi”, “Ağzunik”, “Akirek”, “Uskek” vb. adlar tarihe karıştı. Yerlerine Dikenli, Geyiksuyu, Gözen, Okurlar, Sarıtaş, Demirkapı, Doluküp, Kopuzlar, Yolkonak, Güdeç, Gürbüzler, Kuyluca… vb. adlar konuldu. Ermeni adlarının böylece “unutulduğu” sanıldı. Ama yine olmadı. Anadilinde konuşan herkes bu adları dün olduğu gibi bugün de kullanmaya devam ediyor.
Zazaca adlar ise bu kampanyadan en ağır darbeyi aldı. Dersim köylerinin yüzde sekseni Zazaca adlara sahiptir. Cumhuriyet yönetimi onların hepsini değiştirdi. “Kortu”, “Gewrek”, “Vılê Kaşi”, “Hegao Pili”, “Tanerê Lolu”, “Heniyê Sıpi”, “Xırawe”, “Koyê Seri”, “Remeda”, “Dewa Pile” vb. hepsi de anlamı olan yüzlerce ad tarihe karıştı. Yerlerine bambaşka adlar konuldu. Bazen –kurnazca- eğer Zazacası Türkçeye uyumlu ise benzer adlar tercih edildi.
Sözgelimi; Zazaca da “verdi-kaçtı” anlamına gelen Remeda birdenbire “Ramazan” oldu. Zazaca da “büyük tarla” anlamına gelen Hegao Pili ise “Uzuntarla” oldu çıktı!
Kürtçe adların da akibeti farklı olmadı. Onları da yerlerine yenilerini ekleyerek unutturmaya terk ettiler. Türkçeye uyumlu ve ses benzerliği taşıyanları ise küçük revizyonlarla korudular: Kazili “Kazılı”, Surgıç “Sürgüç”, Haculu “Hacılı”, Teteran “Tatarköy”, Çötlik “Çiftlik”, Mexsaliyan “Maksutali” oldu!
Mezar adları da değişti
Bitmedi. Sıra geldi mezra adlarına. Onları da değiştirdiler. Bu satırların yazarının dünyaya gözlerini açtığı mezranın adı “Pulê Dewresu” idi. Mezra Tunceli-Erzincan karayolunun on beşinci kilometresinde, yüksek bir tepenin ucuna kurulmuştu. Bu mezrada sadece Kureyşanlılar oturuyordu. Dersim Alevilerinin “Pirleri” olan Kureyşanlılar bugün de manevi anlamda Dersim toplumunun dini önderleridir.
Bu nedenle mezranın adı olan Pulê Dewresu’nun derin bir anlamı vardır: “Dervişlerin Tepesi”. Bu küçücük mezra önce “Tepsili”, sonra ise –herhalde beğenilmeyip- “Muhsinkale” ilan edildi! Toplam üç evin oturduğu ve mezra bile denemeyecek kadar az nüfusa sahip “Pulê Dewresu”, adların değiştirilmesi politikasından nasibini işte böyle aldı.
Adları değiştirme politikası ne yazık ki bununla da bitmedi. Tavuk çiftliklerine, mağaralara, dağlara, tepelere, kayalıklara, ovalara, göllere, akarsulara, şelalelere, yamaçlara ve elbette insan adlarına, kısacası akla gelen her “şeye” uygulandı. Bu makalede değiştirilen dağ, ova, tepe ve kayalık adlarını saymaya kalkmak zulüm olur. Neticede, tarihiyle bağı tümden koparılmış bir “Tunceli” işte böyle ortaya çıktı. Bunun “adı” ise “asimilasyon” idi.
12 Eylül'ün mimarı Kenan Evren geçen gün bir gazeteciye “Kürtçeyi yasaklamamız hataydı” dedi. Başka bazı emekli komutanlar da “geçmişin hataları”ndan söz ettiler.
Bu açıklamalar çok olumludur. Ama ne yazık ki yeterli değildir. Hatanın tam olarak görülmesi ve bir kere daha tekrar etmemesi için yukarıdaki resmin bütününe bakmak zorunludur. (HA/NZ)
Prof. Dr. İbrahim Yılmazçelik ile Mülakat
Tarihi dönemlerden Günümüze Gelinceye Kadar Dersim(Tunceli) Tarihi Üzerine Prof. Dr. İbrahim Yılmazçelik ile Mülakat , 06 Feb. 2011 23:00
Tarihi dönemlerden Günümüze Gelinceye Kadar Dersim(Tunceli) Tarihi Üzerine Prof. Dr. İbrahim Yılmazçelik ile Mülakat
RÖPORTAJ
Pazartesi, 04 Ocak 2010 15:16
Röportaj: Mustafa Eriş
Mustafa Eriş: Son günlerde 1937–1938 Dersim Olayları ile birilikte Dersim adını sık duymaya başladık. Bu bölge üzerinde çalışmaları olan bir ilim adamı olarak, bu konuda sizin görüşleriniz nelerdir?
Prof. Dr. İbrahim Yılmazçelik: Öncelikle bu konuda bana konuşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Ancak konuşmamın başında özellikle bir hususu belirtmek istiyorum. Benim çalışmalarım Osmanlı Döneminde Dersim Tarihi üzerinde yoğunlaşmış bulunmaktadır. Bu konuda ilk baskısı 1998 yılında yapılan daha sonra 1999 da yeniden basılan Dersim Sancağı adlı kitabım konu ile ilgili temel kaynaklar arasında gösterilmektedir(Yılmazçelik, İbrahim, XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Dersim Sancağı (İdarî, İktisadî ve Sosyal Hayat), 2. Baskı, Elazığ, 1999). Bununla birlikte bu bölgenin tarihi geçmişini bilmeden 1937-1938 Dersim Olaylarını anlamak mümkün değildir.
Mustafa Eriş: O halde bölgenin tarihi geçmişi üzerinde konuştuktan sonra bunun 1937-1938 olaylarına ve günümüze yansımaları hakkında konuşabiliriz. Dersim denilince neresi akla geliyor. Öncelikle bundan başlayalım.
Prof. Dr. İbrahim Yılmazçelik: Doğu Anadolu‘nun iç Anadolu ile birleştiği yerde oldukça arızalı sınırlarla çevrili bir bölge olan Tunceli, güneyde Murat suyu, batıda Karasu, kuzeyde Munzur sıradağları ve kısmen Karasu nehri ve doğuda ise Peri Suyu ile çevrilidir. Bölgenin en eski yerleşim merkezleri ise Hozat, Çemişgezek, Mazgirt ve Pertek olup, tarihte bu bölge Dersim adıyla bilinmektedir. Bununla birlikte tarihi dönemlerde Dersim olarak bilinen bölgenin şimdiki Tunceli ilinin sınırlarını biraz aştığı da söylenebilir. Şöyle ki,
Dersim tarihî dönemler içerisinde iki mıntıkaya ayrılmıştır:
1. Batı Dersim: Hozat, Çemişgezek, Pertek, Ovacık, Kemah, Gürcanis ve Kuruçay kazalarını,
2. Doğu Dersim: Mazgirt, Kiğı, Çarsancak, Nazımiye ve Pülümür kazalarını kapsamaktadır.
Tarihi dönemler içerisinde daha sonra Dersim olarak adlandırılan bölgede, eski yerleşim yerlerinin bulunduğu, son dönemlerde yapılan arkeolojik kazılarla ispat edilmiştir. Özellikle Çemişgezek bölgesindeki kazılar bunu doğrulamaktadır. Bununla birlikte Dersim bölgesi olarak adlandırılan bu bölgenin coğrafî şartları oldukça ağır olduğundan fazla bir iskâna tabi tutulmuş değildir. Dersim tarihi, özellikle İslâmî dönemlerle beraber hareketlilik kazanmıştır. Ancak bölgenin şartları bir devletin burada tam manasıyla bir hâkimiyet kurmasını engellemiştir.
Bu arada Dersim adının menşei konusunda çeşitli görüşlerin mevcut olduğunu da belirtmek gerekiyor. Bu görüşlerden biri, eski çağlarda Tercan‘ı da içerisine alacak şekilde ifade edilen " Derksen " ile " Dersim " adları arasında ilişki olduğu ve bu adın zamanla Fars kültürünün etkisiyle Dersim‘e dönüştüğü şeklindedir. Bir diğer görüş de, Dersim adının menşeinde, Dersimanlı aşiretinin bulunduğu şeklindedir. Ancak görünen odur ki, Dersim adı Farsça bir tamlamadan ibaret olup Der=Kapı, Sim=Gümüş, Der-Sim= Gümüş Kapı, Türklerin XIII. yüzyılda buraya yerleşmelerinden sonra bölgeye verilen bir isimdir
Türklerin Anadolu‘ya gelmelerine paralel olarak, bu bölgede de bazı yerleşmeler gerçekleşmiştir. Ancak, çok daha önceleri bu bölgeye gelen bazı Türk gruplarının da tesirlerini göz ardı etmemek lâzımdır. Bununla birlikte esas yerleşim 1087 tarihinden sonra olmuştur. Dersim mıntıkasındaki hareketlilik XIII. yüzyılla birlikte daha da artmıştır. XVI. yüzyıla gelinceye kadar bölgeye değişik zamanlarda ve değişik sebeplerle pek çok Türkmen grubu yerleşmiş ve bu gruplar arasındaki mücadeleler Osmanlı döneminde de devam etmiştir. Bu açıdan bakıldığında, bölge tarihinde aşiretlerin ıslahı, aşiretlerin eşkıyalık faaliyetleri ve bunlara karşı alınan askerî tedbirlerin büyük bir önem kazandığı görülmektedir.
Dolayısıyla, Dersim bölgesinin tarihini bu bölgede yaşayan aşiretlerden ayırmak mümkün değildir. Zira tarihi dönemler içerisinde, bu bölgenin coğrafî konumu, çeşitli sebeplerden dolayı aşiretlerin buraya yerleşmelerine yol açmıştır.
Mustafa Eriş: Dersim tarihini bu bölgede yaşayan aşiretlerden ayırmak mümkün değildir, diyorsunuz. Aşiretlere bağlı olarak bu bölgenin tarihini ana hatları açıklar mısınız?
Prof. Dr. İbrahim Yılmazçelik: Çok fazla ayrıntıya girmeden Osmanlı dönemine gelinceye kadarki süreç içerisinde bölge tarihi hakkında şunu söyleyebiliriz. Bölgenin coğrafi şartları bir devletin burada tam manasıyla bir hâkimiyet kurmasını engellemiştir. Özellikle Selçuklular döneminden başlayarak Osmanlı dönemine gelinceye kadarki dönem içerisinde devlet otoritesini yani resmi otoriteye kabul etmek istemeyen aşiretler için bu bölge bir sığınak haline gelmiştir. Gerek Moğol istilası ve gerekse Timur’un Anadolu’yu işgali sırasında geniş manada Mutezile olarak adlandırabileceğimiz pek çok aşiret bu bölgeye sığınmıştır.
Öte yandan Şah İsmail İran’daki Akkoyunlu tahtını ele geçirdikten sonra Doğu Anadolu‘yu da almak üzere harekete geçmiştir. Bu sırada Dersim aşiretleri birleşmişler ve saldırılara karşı koymak için önemli geçitleri tutmuşlardır. Şah İsmail özellikle Dersim bölgesindeki aşiretleri kendi yanına çekmek için çok uğraşmış ise de tam bir hakimiyet kuramamıştır. Osmanlı Devleti kendisini ciddî bir şekilde tehdit eden bu Safevî tehlikesini ancak l5l4 yılındaki Çaldıran zaferi ile ortadan kaldırmıştır. Bununla birlikte bu dönemde Yavuz tarafından, Şah İsmail‘e yardım ettikleri için cezalandırılan birçok aşiret Dersim dağlarına yerleşmişlerdir. Bu tarihten sonra Dersim dağlarına çekilen bu aşiretler Türkçe‘yi ve Türklüğü unutmuşlar ve Alevîliğe sarılmışlardır. Bu aşiretlerin yegâne temas ettikleri kimseler Kormanço ve Zaza kabileleri olmuş, bunlarla konuşurken bunların dillerinden aldıkları kelimeleri kendi dillerine karıştırmışlardır.
Osmanlı devleti bölgeyi uzun bir dönem yurtluk_ocaklık sancak statüsünde idare etmiş ise de aşiretlerin büyük bir bölümünü itaat altına alamamıştır. Osmanlı Devleti‘nin zayıflamasına paralel olarak bölgedeki mahallî beyler kuvvetlenmeye başlamışlardır. Osmanlı Devleti‘nin son dönemlerinde ise mahallî beylerin aynı zamanda idarecilik de yapmaları, bu bölgede de büyük bir rahatsızlık doğurmuştur. Ayrıca bölgedeki ağa ve seyyidlerin halk üzerindeki nüfûzlarını kötü yolda kullanmaları konusu da başka bir rahatsızlık sebebidir. ağa ve seyyidlerin nüfûzlarını kötü yolda kullanmaları, Dersim ahalisini kötü yönde etkilemiş ve yerleşik olup devlete bağlı olan aşiretler dahi, asılları Türk olduğu halde kendilerini Kürt telakkî etmeye başlamışlardır
XVI. yüzyıla kadar Dersim ve civarına değişik zamanlarda ve değişik sebeplerle pek çok Türkmen grubu yerleşmiştir. Bu yüzyıla kadar bu bölgede Yıva, Ağaçeri, Çavundur, Döğer, Çepni ve Eymür başta olmak üzere çeşitli Türk boyları yurt tutmuştur. XVI. yüzyıl içerisinde ise Uluyörük, Bozoklu oymakları yerleşmişlerdir. Bu dönemlerde Boz-Ulus Türkmenleri de Dersim yaylalarından yararlanan Türk aşiretleri arasındadır. Bölgede Osmanlı hakimiyetinin tesis edilmesinden sonra da, aşiretler arası mücadelelerin bütün Osmanlı tarihi boyunca devam etmiştir. Bununla birlikte devletin uzun bir dönem bölge ile ilgilenmediği, meydana gelen hadiseleri ise kuvvet kullanarak önlemeye çalıştığı gerçeğini de buraya ilâve etmek lâzımdır.
Mustafa Eriş: Osmanlı Döneminde bu bölge tamamen aşiretler mi hâkimdi?
Prof. Dr. İbrahim Yılmazçelik: Cebel-i Dersim yani tarihi belgelerde Dersim içi olarak geçen kısımlarda aşiretler hâkimdir ve bu bölgede devlet otoritesini tam olarak tesis edebilmiş değildir. Bölgede Osmanlı hâkimiyetinin başlamasından önce cereyan eden Osmanlı-Safevî mücadelelerinin, daha sonraki dönemlere tesirleri oldukça olumsuz olmuştur. Bu dönemde bazı aşiretlerin Osmanlı Devleti‘nden korkarak, Dersim‘in sarp arazisine çekildikleri bilinmektedir.
Osmanlı Devleti özellikle aşiretlerin iskânında, siyasî, iktisadî ve içtimaî durumun değişmesine paralel olarak farklı politikalar takip etmiştir. Bölge Osmanlı hakimiyetine geçtikten sonra Pir Hüseyin Bey‘e tevcih edilmiş ve onun vefatını takiben evlatları arasında taksim edilmiştir. Bununla birlikte bölgede yaşayan aşiretleri bir disiplin altına almak mümkün olmamıştır. 1788-1789 tarihlerinden sonra yapılan idarî düzenlemeler içerisinde kaymakamlıkların, mahallî beylere tevcih edilmesi Ağa ve Seyyidlerin büyük bir nüfûz kazanması bölgedeki asayişsizliği daha da arttırmıştır. Zira XIX. yüzyılda bölgede meydana gelen isyanların başlıca sebebi, bu bölgenin uzun bir dönem aşiret hayatını muhafaza etmesi ve bir de bölgenin isyanlara elverişli coğrafî konumudur.
Osmanlı hakimiyeti süresi içerisinde bölgede yaşayan aşiretlerin faaliyetleri hakkında ancak XVIII. yüzyıl ile birlikte bilgi sahibi olmaktayız. Bu bilgiler ise aşiretlerin bölgedeki eşkıyalıkları ile ilgilidir. Mesela, 1705 yılında Şeyh Hasanlı Aşireti, Malatya Kazası‘na bağlı Gerger‘de sakin iken, Çemişgezek, Pertek ve Sağman kazalarına bağlı köylere girip ahalisini sürgün etmişler, Çemişgezek kadısının şikâyeti üzerine eski yerlerine dönmeleri emredilmiştir. Ancak Mayıs 1732 tarihli bir belgede, Şeyh Hasanlu ve Dersimlü eşkıyasının yine bu bölgede ahaliyi rahatsız ettiği ve bunun önlenmesi emredilmektedir ki, bundan da Şeyh Hasanlu aşiretinin Dersim bölgesinden çıkartılamadığı anlaşılmaktadır
XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Keban ve Ergani bakır madenlerinin büyük bir önem kazandığı ve buna paralel olarak çevredeki eşkıyalık hareketleri konusunda devletin bazı tedbirler aldığı görülmektedir. Zira madenlerin işletilmesi bu bölgedeki güvenliğin sağlanmasına bağlıydı. Keban Madeninin ihtiyacı olan kömürü Çarsancak Kazası‘ndaki köylerin halkı tedarik etmekteydi. Bu dönemde eşkıyalık faaliyetlerinin önlenmesi için çok sert tedbirler alınmış ve bölgedeki görevlilere pek çok emirler gönderilmiştir. Bu emirlere genel olarak bakıldığında çok sert tedbirler alındığı söylenebilir. XIX. yüzyılın ikinci yarısına gelinceye kadar, Osmanlı Devleti‘nin, Dersim mıntıkasında yaşayan aşiretler üzerinde tam bir denetimi söz konusu değildir. Yapılan eşkıyalıklara bağlı olarak, aşiretler cezalandırılma yoluna gidilmiş, yani bölgede meydana gelen hadiseler kuvvet kullanılarak önlenmeye çalışılmıştır.
Mustafa Eriş: XIX. Yüzyılın ikinci yarısı da yaşanan gelişmeler nelerdir?
Prof. Dr. İbrahim Yılmazçelik: Osmanlı Devleti‘nde, Tanzimat Fermanı‘nın ilân edilmesiyle birlikte yeni bir döneme girilmiş, bununla birlikte Tanzimat‘ın getirdiği yenilikleri ülkenin her tarafında aynı anda uygulamak mümkün olmamıştır. Dersim ve buna bağlı kazaların dahil olduğu Diyarbakır Eyaleti 1845 tarihinde Tanzimat‘a dahil edilmiş ve Diyarbakır Eyaletinin yeniden teşkilâtlandırıldığı 1848 tarihinden hemen sonra yine aynı tarihte " Dersim Sancağı " oluşturulmuştur.
1848 tarihinden itibaren bu bölgede devlet otoritesini tesis etme çabalarına karşı, aşiretler en büyük engeli oluşturmuşlardır.
Dersim Sancağı‘na asker sevki ve bu bölgede devlet otoritesini sağlamak üzere bölgede 1850 tarihinde bir harekat başlamış ve 1851 Kasımı ayına kadar devam etmiştir. Tarihî belgelere "... Dersim meselesi ..." olarak intikal eden bu harekatın başlıca amacı "... Dersim Sancağındaki aşiretlerin silâhlarının toplanması idi. Buna ilâve olarak, bölgede Kurra‘-i şer’iyye usulünün yani askere alma kanunun uygulanması ve vergi toplanması hususun temini de diğer amaçlar arasındaydı
1950-1951 tarihleri arasında yapılan. Bu harekâtta Kureyşanlı ve Yusufanlu aşiretleri askere mukavemet etmiş ise de pek çoğunun silâhlarına el konulmak suretiyle dağıtılmışlardır. Bu askerî harekatı takiben, Harput valisi ve Anadolu Ordusu komutanı tarafından 14 Ekim 1851 tarihinde gönderilen arzda "... üç-dört yüz seneden beru içlerine hükümet girmemiş ve kendülerü dahî dağ ve ormanlarda gezerek... ” ifadesi, Osmanlı Devleti‘nin bu bölgeyi uzun yıllar ihmâl ettiğinin önemli bir delilidir. Yine aynı belgede bölgede asayiş tam mânâsıyla sağlanana kadar Dersim Sancağı‘nda belli noktalarda asker bulundurulması gerektiği bildirilmiştir.
Tanzimat sonrası, bölgede yapılan bu ilk askerî harekâta toplam 11.306 asker katılmıştır.
Sonuç olarak 1850-1852 yılları arasında Dersim meselesi tam olarak halledilmemiştir. Dersim Sancağı dahilinde devlet otoritesi kurulmuş olmakla birlikte, aşiretlerin tamamını itaat altına almak mümkün olmamıştır. Ancak bölgede isyan halinde bulunan bazı aşiret mensupları sürgün ve hapis cezalarına çarptırılmıştır. Dersim Sancağı‘nda 1852 tarihinden itibaren gerek aşiretlerin kendi aralarındaki mücadeleler ve gerekse aşiretlerin çevreye saldırıları devam etmiştir. Osmanlı Devleti bölgede bulunan aşiretleri itaat altına almak ve bu bölgenin vergisini toplamak için aşiret beylerinden istifade etmek yoluna da gitmiştir. Bütün bu tedbirlere rağmen, aşiretlerin tamamını itaat altına almak mümkün olmamıştır.
Aşiretlerin ıslahı ve bölgedeki uygulamalar hakkında devlet merkezine yazılan arzlardan bölgedeki askerî harekatlarda mevsim şartlarının da önemli bir rol oynadığı anlaşılmaktadır. 1860 tarihine gelinceye kadarki süre içerisinde Aşiretlerin ıslahı ile ilgili olarak ciddi bir meseleyle karşılaşılmamıştır Ancak Osmanlı Devleti, bu bölgede 1860 tarihine kadar vergi ve asker alma konusunda başarısız olmuştur.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında bölgede meydana gelen isyanların başlıca sebebini, bu bölgenin uzun bir dönem aşiret hayatını muhafaza etmesine bağlamak lâzımdır. 1788 tarihinden sonra bölgede kaza kaymakamlıkları bazı aşiret ağalarına tevcih edilmeye başlanmıştır Bu şekil idare tarzı, bu bölgede Osmanlı Devleti‘nin himayesinde bir nevî Derebeylik kurulmasına yol açmıştır. Bu şekilde kuvvetlenen Bey ve Ağalar her yönden halkı kendilerine esir etmişlerdi. Arada sırada birbirlerine olan husûmetleri sebebiyle çarpışmalara girmişler ve olan yine halka olmuştur. Bazı devlet görevlerinin de, yine bu ağa ve beylerin adamlarına tevcih edilmesi, bunları daha da kuvvetlendirmiş, halk büyük bir sıkıntı çekerken bu insanlar eşkıyalık faaliyetlerinde bir merkez olarak kullandıkları konaklarında derebeyliklerini sürdürmüşlerdir.
Bu tür uygulamaların bir sonucu olarak 1860 tarihinden sonra Dersim‘de yine aşiret reisleri veya seyitlerin idareye hakim olduğu görülmektedir Özellikle 1863 tarihine kadar Şah Hüseyin bölge üzerinde büyük bir nüfûz kazanmıştır. Devlet bu bölgedeki bütün asayişsizliğin sorumlusu olarak gördüğü Şah Hüseyin‘i, Vidin‘e sürgüne göndermiş ise de, ailesinin ve oğlu Ali Bey‘in bu mıntıkadaki nüfûzunun zayıfladığını haber alan Şah Hüseyin bir yolunu bularak tekrar Dersim‘e dönmüş ve 1863 tarihinde vefatına kadar bölgedeki hakimiyetini sürdürmüştür. Şah Hüseyin ölünce yerine geçen oğlu Ali Bey hükümetle iyi ilişkiler kurmuş ve Dersim umûm müdürü unvanı verilerek Erzincan‘da ikamete tabi tutulmuştur.
1860-1875 tarihleri arasında Osmanlı Devleti eşkıyalık yapan aşiret reislerini Yemen, Basra ve Sinop gibi yerlere sürgün etmiş ve bu yolla geçici bir sükûnet temin edilmiştir. Bununla birlikte bu dönemde de gerek aşiretler arasındaki mücadeleler ve gerekse bazı aşiretlerin çevreye tasallutları devam etmiştir.
Buraya kadar söylediklerimizden de üzere, 1875 yılına gelinceye kadar geçen süre içerisinde, Dersim mıntıkasında bazı aşiretleri itaat altına almak mümkün olmuş ise de, özellikle " Derûn-ı Dersim " veya " Cebel-i Dersim " mıntıkasındaki aşiretleri itaat altına almak mümkün olmamıştır. Ayrıca aşiret reislerinin çeşitli şekillerde taltif edilerek itaat altına alınan bölgelerden ise sağlıklı olarak vergi ve asker toplanamamıştır.
Bunun başlıca sebebi, Dersim Sancağı‘na bağlı kazaların tamamında nüfus sayımı yapılamamış ve bu sebeple gerek vergi toplanamamış ve gerekse Kur‘a-i şer‘iyye (asker toplama) uygulanamamıştır. Osmanlı idaresine girdikten sonraki dönemde uzun bir müddet devlet otoritesiyle tanışmayan ve bazı küçük eşkıyalık hareketleri dışında devletle fazla karşı karşıya gelmeyen aşiretler yeni uygulamalar karşısında, alışkanlıklarını hemen terk etmemişlerdir. 1850-1852 yıllarındaki harekâtı takiben, bir kısım aşiretlere bazı tavizler verilmek üzere devlet yanına çekilmişse de, bunların reislerinin idarede yer almaları hususu da bazı sıkıntılar doğurmuştur. Öte yandan bunlardan da vergi tahsil edilememiştir. Nitekim bu aşiretlerden bazıları da 1875 yılından sonra, özellikle aşiret reislerinin nüfûzlarının zayıflayacağı endişesi ile isyan etmişlerdir.
Osmanlı Devleti 1875 yılından sonra bölgede büyük çaplı askerî harekatlara girişmiştir. 1875 senesine gelinceye kadar bölgede, Dersim‘deki bazı aşiretlerinin çevre kaza ve köylere yaptıkları soygun ve talan gibi faaliyetleri devam etmiştir.1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi yaklaşırken bölgede Osmanlı otoritesini kabul etmeyen Mansur Ağa büyük bir nüfûz kazanmıştı. Aşiretlerin büyük bir bölümü daha önceden çeşitli vilayetlere sürgün edilmiş olan aşiret reislerinin affedilmesini istemişler, reisleri affedilmezse Rus ordusunun yanında yer alacaklarını bildirmişlerdi. Bu istekleri kabul edilmesine rağmen sözlerinde durmamışlar ve eşkıyalığa devam ettikleri gibi Ruslarla da temasa geçmişlerdir.
Osmanlı-Rus münasebetlerinin gerginleşmesi ve harbin çıkacağı anlaşılınca, bu durumdan faydalanan Mazgirt kaymakamı Nafiz ve Mansur Ağa, Erzurum‘da bulunan Rus konsolosuna Osmanlı Devleti‘nin karşısında bulunacaklarını bildirmişler ise de bundan netice alamamışlardır. Oysa Osmanlı Devleti bu harp sırasında bölgeden on bin civarında asker toplamayı düşünüyordu. Bu temin edilmediği gibi, harbin başlamasıyla Hozat ve Mazgirt gibi yerlerde bulunan asker de Erzurum‘a kaydırılmak zorunda kalındığından civar aşiretler derhal bu merkezlere saldırarak, hükümet binalarını yıkıp bölgeyi talan etmişlerdir.
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi sırasında bu bölgede gelişen olayları ise şöyle özetlemek mümkündür: 1877‘de Koç Uşağı reisi Ahmet Ağa, Kemaliye ve Çemişgezek bölgelerine saldırmış, bunun üzerine Eğin kaymakamı Osman Bey, Harput‘tan bir nizamiye taburu ile bunun üzerine yürümüştür. Ancak Ferhat Uşağı aşireti reisi Alişan Ağa, Koç Uşağı aşireti ile birleşince, Osman bey çok güç şartlar altında bir hafta muharebe etmiştir. Ancak Alişan Ağa‘nın yakalanıp, Sinop‘a sürgün edilmesiyle, Koçuşağı aşireti de çekilmiştir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi devam ederken, Kırgan aşireti de Hozat‘ı basmış ve bazı yağma hareketlerinde bulunmuştur. Ancak Ali Şefik Bey kumandasındaki bir nizamiye taburu Kırganlılar üzerine 15 gün kadar devam eden bir harekat yapmış, fakat diğer aşiretler arasında başlayan kaynaşma bu harekatın devam ettirilmesine mani olmuştur
Dersim bölgesindeki asayişsizlik 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi sonrasında da devam etmiş, 1880 tarihinde Hozat merkez olmak üzere, Dersim " Vilâyet " yapılmış ise de 1888‘de " Mutasarrıflık " olarak, Harput Vilâyetine bağlanmıştır. 1892 tarihinde ise Dersim Mutasarrıflığı Dersim Kumandanlığıyla birleştirilerek, Dersim‘in idaresi Ali Şefik Paşaya tevcih edilmiştir.
1892 tarihinde Koçuşağı ve Şamuşağı aşiretleri birleşerek, büyük gruplar halinde çevreye zarar vermeye başlayınca, Ali Şefik Paşa iki nizamiye taburu ile Karaballı aşiretinin de yardımını alarak Amutka mıntıkasına hareket etmiştir. Söz konusu aşiretler burada bir hayli sıkıştırılmış ve hayli zayiat verilmiştir. Ancak bu harekat esnasında Miralay Mehmet Ali ile bir doktor ve 50 kadar asker hayatını kaybetmiş, bunun üzerine Ali Şefik Paşa yardımcı kuvvet istemiştir. Ancak Harput valisi Nasuhi Paşanın müdahalesi ile aşiretlerle sulh yoluna gidilmiştir.
12 Ağustos 1892 tarihinde " Dersim hakkında, Erzincan Mûdde‘î-i ‘Umûmî Mu‘âvini " tarafından sunulan bir lâyihâ‘da Dersim Sancağı‘nın idarî, iktisadî ve sosyal durumu hakkında önemli bilgiler mevcuttur . Bu layihada, halkın Dersim ağalarının elinde kaldığı ve bunların ağa ve seyyidlerin sözünden çıkmadığı da ilâve edilmekte, yaz aylarında şekavette bulunanların kışın köylerine çekildikleri kaydedilmekte ve Dersim‘deki ağaların Ermenilerle ilişkilerinin de gayet iyi olduğu belirtilmektedir.
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinden hemen sonra, II. Abdulhamid Doğu Anadolu‘da bulunan aşiretlerle iyi ilişkiler kurmuş ve onlardan devlet hizmetinde istifade yoluna gitmiştir. 1891 yılında II. Abdulhamit tarafından Doğu Anadolu‘daki aşiretlerden teşkil edilen alaylara "Hamidiye Alayları " adı verilmiştir. Hamidiye Alayları Dördüncü Ordu Müşiri Mehmed Zeki Paşanın girişimleriyle 1891 ilkbaharında teşkil edilmeye başlanmış, 1896 yılından itibaren Dersim mıntıkasındaki aşiretler de uygulamaya dahil edilmiştir. Hamidiye Alaylarını oluşturan aşiretler, vergiden muaf tutulmuşlar, ayrıca 1892 tarihinde İstanbul‘da açılan "Aşiret Mektebi "nde, bu reislerin çocukları eğitime tabi tutulmuşlardır. Bununla birlikte, Hamidiye Alaylarının teşkil edilmesinden sonra her aşirete Alay ve Bölük kurma hakkı verilmediğinden bu durum bir takım kıskançlıklar yaratmış, hatta Dersim mıntıkasındaki bazı aşiretler gizliden gizliye devlete karşı tavır almışlardır.
1894 tarihinde Dördüncü Ordu Müşirliğine Zeki Paşa getirilmiş ve Dersim Sancağı‘ndaki ıslahatın icrası da kendisine havale edilmiştir. Bununla birlikte, bu bölgedeki eşkıyalık olayları durmamış ve özellikle Erzurum, Erzincan, Malatya ve Harput ahalisi perişan bir duruma düşmüşlerdir. Devlete çok sayıda şikâyet gitmiş ise de, askerî harekâtlar sadece yaz aylarında yapıldığı için, bu dönemde geçici bir sükunet temin edilebilmiştir.
Dersim Sancağı‘ndaki karışıklıklar 1893-1905 tarihleri arasında da devam etmiştir. Bu dönemde Dersim mıntıkasına bir askerî harekat yapılmasına karar verilmiş ise de bundan Harput valisinin ricası üzerine vazgeçilmiştir. Bununla birlikte Dersim‘deki aşiretler civar kazaları rahatsız etmeye devam etmişler ve özellikle Arapgir, Kemah, Çemişgezek, Kığı halkı can ve mallarından emin olmadıkları için devlet merkezine telgraflar çekerek şikâyetçi olmuşlardır.
Dersim Sancağı‘nda bulunan aşiretlerin çevreye verdiği zararlar üzerine, Anadolu Umum Müfettişi Müşir Şakir Paşa ve Dördüncü Ordu komutanı Zeki Paşanın girişimleri ile " Dersim meselesinin halli " için bazı kararlar alınmıştır. Bu kararların başlıcaları şunlarıdır: Buna göre en başta bölgede yeterli sayıda asker bulundurulması, suçluların cezalarının geciktirilmeden verilmesi, bölgede yeni yollar inşa edilmesi, devlet otoritesini kabul eden halkın güvenliğinin sağlanması, Dersimlilerin eşkıyalıklarının önlenmesi, Aşiretlerin birleşmesinin önlenmesi, Maksadın, ahaliye ziraat ve ticaret kapısı açacak yolu açmak ve rahat yaşamalarını sağlamak olduğu telkin edilerek, bölgenin ıslahı, Bu telkinler esnasında muhalefet gösterilmezse şiddete baş vurulmayacağı, muhalefet halinde ise şiddet kullanacağı anlatılması, birliklere hiç kimsenin malına saldırı yapmamak emrinin verilmesi, Aşiret reislerinin niyetlerinin anlaşılmasından sonra, nüfus sayımının tamamlanması ve daha sonra bölgeden asker toplanması, Bu icraata karşı olanların Trablus ve Yemen‘e sevk edilecekleri karşı gelmeyenlerin ise Dördüncü ve Birinci Orduya dahil edileceğinin halka anlatılması, Askerî harekat sırasında bölgede Örfî idare uygulanması, Jandarmanın lüzûmlu bölgelere kurulması, Ahali düzeldikçe, dinî hususların anlatılması için maaşlı bir kaç şeyh görevlendirilmesi, Münasip beş-altı yerde okullar açılması.
Osmanlı Devleti, Dersim bölgesinde bulunan aşiretlerin ıslahının sadece askerî tedbirlerle mümkün olamayacağını anlamış olmalıdır. Bölgede devlet otoritesini temin etmek için asker bulundurmağa ihtiyaç vardı. Ancak eğitim ve ticaret konusuna da el atılmıştır.
1896 tarihinde Şakir Paşa ve Zeki Paşanın ortak görüşleri ile alınan kararlardan da bir netice alınamamıştır. Zeki Paşa Dersim ve Kuzican ahalisinden Hamidiye Piyade Taburlarının teşkil edilmesi suretiyle, Dersim‘de hükümet nüfûzunun kurulacağını düşünmekle beraber, Ermeni meselesinin ciddî bir hal alması sebebiyle, Dersim‘deki mukavemet göz önünde bulundurarak Dersim‘in Vilâyet-i Sitte‘nin ortasında yer alması ve İslâm kanı akmasına engel olmak için, bundan vazgeçmiştir.
1893-1905 yılları arasında Dersim Sancağı‘nda geçici bir sükûnet temin edilmiştir. Ancak XX. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı Devleti‘nin genel yapısında meydana gelen bir kısım değişmeler, Dersim bölgesine de tesir etmiştir.
Bölge ile ilgili gelişmelerin konu edildiği ve üst düzeydeki görevlerin kaleme aldığı raporlardan bir tanesi de 27 Temmuz 1903 - 24 Ocak 1904 tarihleri arasında Dersim Sancağı mutasarrıflığını yapan Arif Bey(Arifî Paşa ) tarafından kaleme alınmıştır. 28 Ekim 1903 tarihinde Dahiliye Nezaretine takdim edilen bu raporda, özetle şu bilgiler bulunmaktadır.
"...Dersimlilerin saldırganlıkları hayat kaygısından kaynaklanmaktadır. Dersim halkı seyyit ve ağaların elinde esirdir. Dersim‘de ıslahat yapabilmek için burada mevcut askerî kuvvetin takviye edilmesi gerekir. Ancak bu yapılırken, aşiretlerin elinde bulunan her türlü silâhı toplamak icab eder. Askere gitmeyenleri ve ayrıca şekavete teşvik eden ağa ve seyyitleri bir daha Dersim‘e ayak basmamak üzere bu bölgeden çıkarmak lâzımdır. Katilleri ve suçluları derhal yakalayarak adliyeye teslim etmek gerekir. Bu tür icraat Dersim‘de asayişi temin edecektir. Zira Dersimlileri öğüt ve bağış yoluyla veya ettikleri yeminlere aldanarak, ıslah etmek mümkün değildir. Askerî harekattan sonra bölgedeki yollar yapılmalı ve bölgedeki asker sayısı artırılmalıdır…”
Buna benzer bir rapor da, Arifî Paşanın yerine 24 Ocak 1904 - 14 Mayıs 1906 tarihlerinde Dersim mutasarrıflığına tayin edilen Celâl Bey tarafından kaleme alınmıştır.
1904-1906 tarihleri arasında Dersim Sancağı‘nın genel durumunu yansıtması açısından bu rapor büyük bir önem taşımaktadır .Raporda Dersim‘deki aşiretler ve bölgenin asayiş durumu hakkında şu bilgiler verilmektedir:
"Dersim aşiretlerinin çevreye saldırmaları geçim zorluğundan, aşiretler arası çekişmeler ise arazi itilâfları yüzündendir. Dersim‘deki eşkıyalık olaylarının artmasının başlıca sebebi, başlangıçta ciddî tedbirler alınmamasından ve suçluların cezalandırılmamalarından kaynaklanmaktadır. Aşiretler aralarındaki geçimsizlik sebebiyle devamlı olarak silâhlanmışlardır. Mal ve can kaygısı devam ettiği müddetçe de silâhlanma devam edecektir. 1892 yılından sonra bir kısım düzenlemeler yapılmış ise de daha sonra çıkarılan aflarla aşiretler ne vergi ödemişler, ne de sözlerinde durmuşlardır. Bu da eşkıyalık olaylarının artmasına sebep olmuştur. Dersim ıslahatı için öncelikle ağalar ve aşiret reislerini, Dersim‘den çıkarmak suretiyle bunların aşiretler üzerindeki nüfûzlarının kırılması gerekmektedir".
Celal Bey‘in raporunda da işaret edildiği üzere, bölgedeki asayişsizliğin başlıca sebebi ağa ve aşiret reislerinin halk üzerindeki büyük nüfûzudur. Bunların nufûzları kırılmadığı müddetçe bölgede ciddî bir ıslahat yapmanın zorluğu, Osmanlı Devleti‘nce anlaşıldığından, 1907 senesinde bölgede askerî bir harekât başlatılmıştır.
1907 senesinde havaların düzelmesiyle, Dersim‘deki aşiretlerden bazıları çevre kazalara saldırmaya başlamışlardır. Nazmiye‘nin Kureyşan aşiretinden Ali Çavuş 2.000 kişi ile Kığı‘nın köylerini basmıştır. Ayrıca Hozat‘ın Koçuşağı, Şamuşağı, Resikuşağı aşiretleri de Kemah ve Çemişgezek köylerini basarak, buradaki ahaliye büyük zararlar vermişlerdir. Bölge halkının şikâyetleri üzerine Harput‘ta bulunan, Harput Redif Livası kumandanı Neşet Paşa harekata memur edilmiş ve 9 Eylül 1907 tarihinde harekâta başlanmıştır. Neşet Paşa, Hozat üzerinden hareket ederek, isyan eden üç aşirete yardımcı olan Karaballı, Ferhat Uşağı aşiretlerini Aliboğazı Doğar deresi etrafındaki sarp kayalıklara sığınmaya mecbur etmiştir. Bu arada devlet merkezi ile yapılan yazışmalarda sadece Koçuşağı, Şamuşağı ve Resikuşağı aşiretlerinin değil, diğer bir kısım aşiretlerin de isyana hazırlandıkları haber verilmiştir.
Bu harekât esnasında Dersim aşiretlerine Ermeniler tarafından silah temin edildiği de haber alınmıştır. Harekât bir netice almadan sonuçlanmıştır ki, bunda harekata kış yaklaşırken başlanmasının önemli bir payı olmuştur.
1907 senesinde yapılan askerî harekatta bir netice alınmaması, aşiretleri büsbütün şımartmıştır. Bu arada Koçuşağı aşireti reislerinden Halil Ağanın oğlunun tutuklanması ayrıca müteferrik aşiretlerin erzak ve hayvanlarının müsadere edilmesi sebebiyle aşiretler isyan hazırlıklarına girişmişlerdi. Mayıs 1908‘de Karaballı, Ferhatuşağı aşiretlerinin reislerinin liderliğinde bir araya gelen diğer aşiret reisleri, isyan kararı almışlardır. Bunu takiben aşiretler çevre kaza ve köylere saldırmalarının yanı sıra askerî birliklerle giriştikleri muharebelerde de önemli ölçüde silâh ele geçirmişlerdir. Bunun üzerine Dersim bölgesine erzak götürülmesi yasaklanmıştır. Aşiret reisleri, Dersim mutasarrıfına gönderdikleri bir dilekçe ile zahire verilmezse, sonucunun kötü olacağını bildirmişler ve. bunun üzerine askeri tedbirler daha da artırılmıştır.
19 Mayıs 1908 tarihinde 2000 kadar aşiret mensubu, Laçinuşağı‘nın merkezi olan Kakper müfrezesine saldırmışlar ve askerlerin bulunduğu tepeyi ele geçirerek, telgraf malzemesine el koymuşlardır. Aynı gün Diyap Ağa idaresindeki aşiretler, Çemişgezek civarındaki köylere saldırmışlar ve Pertek civarında da yağmada bulunmuşlardır. Bunun üzerine Dördüncü Ordu komutanlığına bağlı Erzurum ve Diyârbekir‘daki askeri birliklerle, Cibranlı aşiretinden oluşturulan 36. Hafif Süvari Alayının tam teçhizatlı olarak Dersim‘e gönderilmesi istenmiştir.
15 Haziran 1908 tarihinden itibaren diğer bölgelerden sevk edilen 26 tabur asker ve Cibranlı aşiretine mensup Hamidiye Süvari Alayı ile iki dağ topu ve birçok dağ bataryasından oluşan kuvvetler, Dersim‘de toplanmıştır. Bunun üzerine Abbasuşağı, Bahtiyar, Karaballı ve Ferhaduşağı aşiretleri reisleri isyandan vazgeçtiklerini bildirmişler, ancak Koçuşağı, Şamuşağı ve Resikuşağı aşiretleri hareketlerini sürdürünce, bunların üzerine harekat yapılmış ise de kesin bir sonuç alınamamıştır. Bu arada Lolanlı, Baluşağı, Keçeluşağı aşiretleri de isyandan vazgeçmişlerdir. II. Meşrutiyet‘in ilân edilmesi ile birlikte 23 Temmuz 1908 de umumî bir af ilân edilmiş ve bunun neticesinde diğer aşiretlerle uzlaşma sağlanmış sadece Arslanuşağı, Beytuşağı ve Maksuduşağı aşiretleri çevreye olan saldırılarına devam etmişlerdir.
Şakir Paşa bu sırada, Dersim hakkında görüşlerini şöyle açıklamaktaydı : "... Dersim öteden beri haydutluk ediyor. şimdiye kadar üç defa askerle üzerine yürüdük. Aşiret reislerini, ağalarını ya yakalattık ya sürdük veya affettik. Ancak bu sefer de yeni ağalar türedi. şekavetin sebebi önce fakirliktir, sonra suçluların takipsiz kalmasıdır ve halkın batıl inançlara karşı bağlılığıdır. Bu sebeple kanunları hakim kılmak esastır...". Bu görüşlere diğer görevliler tarafından hazırlanan raporlarda da rastlanmaktadır.
1908 yılındaki askerî harekat bir netice alınmadan sonuçlanmış ve 10 Eylül 1908 tarihinde Neşet Paşanın yerine vekâleten Mehmet Paşa, Umum Ordu Komutanlığı‘na ise Ferik Ali Paşa tayin edilmiştir. Dördüncü Ordunun konu ile ilgili olarak hazırladığı raporda bu harekâtın sonuçsuz kalmasının sebebi “Islahat ile tedibat birlikte yapılmadığından Dersim‘de kesin bir sonuç alınamamıştır” şekilde açıklanmaktadır.
1908 harekâtı sonucunda, Maksuduşağı, Koçuşağı, Şamuşağı, Topuzuşağı, Ferhaduşağı, Laçinuşağı, Abbasuşağı, Karaballı, Torun, Geçeluşağı, Haydaranlı, Kureyşanlı aşiretlerinden olup, şekavete karıştıkları tespit olunan bir kısım aşiret mensuplarının cezalandırılması emredilmiş ise de daha sonra büyük bir kısmı affedilmiştir. Bu arada Karaballı, Ferhaduşağı, Haydaranlu, Abbasuşağı, Arslanuşağı aşiretlerinin bir kısım aşiret reisleri ise başlangıçtan itibaren şekavete karışmamıştır.
1909 yılında 4. Ordu komutanı olan İbrahim Paşa, devlet merkezine gönderdiği bir raporda; Dersim Sancağı‘nın 54 aşiret ve 500 köyden meydana geldiğini belirtikten sonra buradaki icraatta, tedibat ve ıslahatın bir arada yapılması gerektiğini ve özellikle "ıslahatta" önem verilmesini istemiştir.
2 Ağustos 1909‘da İbrahim Paşa, Erzincan mutasarrıfı Şefik Bey ile birlikte Dersim‘deki harekatı başlatmıştır. İbrahim Paşanın haberi üzerine, 35 kadar Aşiret Reisi gelmiş ve hükümete itaat ettiklerini bildirmişlerdir. Sadece Haydaranlı aşireti ve civarındaki bazı aşiretler, İbrahim Paşanın tekliflerini kabul etmemişler ve Haydaranlı aşireti üzerine asker gönderilerek (25 Ağustos 1909) bunlar dağıtılmışlardır.
1909 tarihinde Haydaranlu aşiretinin dağıtılmasından sonra, bölgede geçici bir sukûnet temin edilmiş ve devlet bu dönemde bölgede idare-i maslahat siyaseti uygulamıştır. 1911-1912 ve 1914 tarihlerinde Dersim‘de bir kısım karışıklıklar görülmüş ise de durum önemli bir vaziyet almamıştır. 1911 tarihinde Pülümür mıntıkasında Haydaranlı, Keçeluşağı, Baluşağı Lolanlı ve Abbasuşağı aşiretleri şakavette bulunduklarından üzerlerine gidilmiş ise de sonuçta idare-i maslahat yolu tutulmuştur..
1914 Ağustos‘unda Dersim Belediye Reisinin yeğeni, Ferhaduşağı aşiretine mensup kişilerce öldürülünce, katilinin yakalanması için harekete geçilmiş, bunun üzerine Ferhaduşağı aşireti isyan etmiştir. Karaballı, Aşağı Abbas, Abbas Uşağı ve Koçuşağı aşiretleri de isyana katılmışlardır. Ferhad Uşağı aşireti reisin öldürülmesiyle aşiretler çekilmek zorunda kalmışlardır. Yine 1914‘te Kırgan aşiretinin Sin Nahiyesi müdürünü kovmasıyla üzerlerine asker gönderilmiş, Kavuşağı, Arslanuşağı, Bezgaruşağı ve Yukarı Abbasuşağı aşiretlerinin devlet yanında yer aldığı bu harekâtta, Kırgan aşireti reisi Süleyman Ağa‘nın vurulmasıyla aşireti de dağıtılmıştır.
Osmanlı Devleti‘nin I. Dünya Harbi‘ne girmesiyle birlikte, Dersim‘deki aşiretlerin bir kısmı Ermeniler ve Ruslarla işbirliği yapmışlardır. Bu arada gerek I. Dünya Harbi öncesi ve gerekse harp devam ederken özellikle Ermeniler, bölge halkını yanlarına çekmek için büyük faaliyetlerde bulunmuşlardır. 1916 yılında Ferhaduşağı aşiretinin üzerine Halit Paşa kumandasında bir nizamiye taburu gönderilmiş ve Ferhaduşağı aşireti tesirsiz hale getirilmiştir. Yine 1916 yılında Kureyşan aşireti reisi Ali Ağa, Doğu Dersim‘deki bazı aşiretlerle Nazımiye‘yi işgal etmiştir. Koçgiri hadisesinden sonra Dersim‘e gelen Alişer ve adamları Dersim‘e dağılmışlardır. Ayrıca Ruslar, Dersim işgal edilse bile kendilerine zarar verilmeyeceği propagandasında bulunmuşlardır. Ermeni tehciri sırasında bir kısım Ermenilerin bu bölgedeki aşiretlere sığınması sebebiyle Ermeniler, Ruslar ile Dersim‘deki aşiretler arasında arabuluculuk yapmışlardır. Dersim Aşiretleri Nazımiye, Mazgird, Çarsancak ve Pertek kazalarına hakim iken, Ruslar Ermeniler‘in de yardımı ile Pülümür içlerine girerek, Hüseyin Bey-zâde Mustafa Bey‘in malına ve namusuna tasallutta bulununca, Mustafa Bey Ruslar‘ın karşısında yer almıştır. Bu arada Rus ordusu karşısında çekilen Osmanlı Ordusunun bazı silâhları Dersim‘de bulunan aşiretlerin eline geçmiştir. Dersim‘deki aşiretlerin Ruslar aleyhine dönmeleriyle, aşiretler Rus ordusuna saldırarak bir kısım silâh daha ele geçirmişlerdir. Ruslar‘ın harpten çekilmelerinden sonra bölgeye gelen Galatalı Şevket Bey komutasındaki Osmanlı kuvvetleri aşiretleri etkisiz hale getirmişlerdir. Sonuç olarak, 1848 tarihinden itibaren bölgede yapılmak istenen düzenlemeler aşiretlerin ıslahının yapılmaması sebebiyle başarısız olmuştur denilebilir. Bu arada bölge tarihi de bir nevî aşiretlerin asayişsizlik tarihidir. Osmanlı Devleti uzun bir müddet bu bölgede bulunan aşiretleri kendi hallerine bırakmış, XIX. yüzyılın ikinci yarısında bölgede bir kısım düzenlemeler yaparak istenmişse de, bu sefer de aşiretlerin tepkileri ile karşılaşmıştır. Dolayısıyla aşiretlerin ıslahının mümkün olmadığı takdirde, bölgede ciddi manada bir ıslahat yapılamayacağının anlaşılması üzerine, bir kısım aşiret reisleri taltif edilme yoluna gidilmiştir. Ancak bu da meseleyi çözmediği gibi, şekavet olaylarını daha da artırmıştır. Aşiretlerin ıslahı için bölgeye 1850 tarihinden başlanarak bir kısım askerî harekatlar yapılmış ise de, bunlardan kesin bir sonuç almak mümkün olmadığı için, diğer alanlarda yapılmak istenen düzenlemeler de yarım kalmıştır. Dersim‘deki aşiretler bölgenin coğrafî konumundan büyük ölçüde istifade etmişlerdir. Aşiret reisleri ve ağalar halk üzerinde büyük bir nüfûza sahip olduklarından, özellikle eğitim sahasındaki ıslahatlara karşı çıkmışlar ve halkın cahilliğinden istifade etmek suretiyle şekavetlerini devam ettirmişlerdir. Bu arada Dersim‘deki aşiretlerin bazıları çeşitli yollardan elde ettikleri silâhlarla büyük ölçüde silahlanmışlardır. Böylece bu bölgedeki pek çok mesele gibi aşiretlerin ıslahı meselesi de Cumhuriyet sonrasına intikal etmiştir.
Soru. Osmanlı döneminde gerek Dersim Sancağı ve gerekse bu bölgede yaşananlar hakkındaki genel değerlendirmeniz nedir?
Prof. Dr. İbrahim Yılmazçelik: Osmanlı döneminde, Dersim Sancağı‘nda tespit edilen aşiretlerin bu bölgeye nereden gelip yerleştikleri konusundaki görüşleri iki ana başlık halinde toplamak mümkündür.
Buna göre, bir kısım araştırmacılar bazı aşiretlerin köklerini hicri onuncu yüzyılda tarikatların ortaya çıkmasına kadar götürmektedirler. Başta Ahmed Yesevî ve daha sonra Hacı Bektaş Veli‘ye bağlanan ya Orta Asya‘dan yeni gelmiş veya daha önce gelerek İran’a yerleşmiş olan aşiretler, Anadolu‘nun Türkleşmesine paralel olarak, Anadolu‘ya gelmişler ve bir kısmı da Dersim mıntıkasına yerleşmişlerdir. ikinci görüşe göre ise, XIII. yüzyılın hemen başlarında Orta Asya‘da başlayan Moğol akınları neticesinde İran’ın Horasan bölgesinde yaşayan bir kısım aşiretler, Moğol tehlikesinden korunmak için oldukça sarp bir araziye sahip Dersim civarına yerleşmişlerdir. Dersim Sancağı‘nda yaşayan aşiretlerin özellikle Dersimli aşiretine mensup olanları, Horasan‘dan geldiklerini kabul etmektedirler. Ayrıca Celâlettin Harzemşah‘ın hatırası da Dersim mıntıkasında uzun süre muhafaza edilmiştir. Bunun yanı sıra Tunceli Vilâyeti‘ndeki yer adlarının incelenmesi sonucu, bunun Orta Asya ve Horasan‘dan izler taşıdığı da tespit edilebilir.
Ayrıca aşiret adları içerisinde bu bölge ile ilgili adların bulunması da dikkat çekicidir. Meselâ Dersim aşiretleri içerisinde de adı geçen Alanlı, Hazar Denizi‘nin kuzeyinde, Dağıstan‘da, Kırım‘da yaşayan İran menşeli Alanlar‘ın bir koludur. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Dersim Sancağı‘nda yaşayan aşiretlerin bir kısmı ise Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail mücadeleleri sonucu bu bölgeye yerleşmiştir. Yavuz Sultan Selim‘in Doğu seferi sırasında bu bölgeye yerleşen aşiretler; Çarıklı, Lolanlı, Şadili, Arslan Uşağı ve Balaban aşiretleridir. Özellikle bölgenin oldukça sarp bir araziye sahip olması Doğu bölgesindeki pek çok Alevî aşiretlerin bu bölgeye sığınmalarına sebep olmuştur. Bu aşiretler daha önceleri bu bölgeye yerleşen aşiretlerle karışmışlardır.
Alevî ve Bektaşî olan bu aşiretlere karşı Osmanlı dönemde sert bir politika takip edilmiş ve arazinin de durumu sebebiyle daha sonraki dönemlerde kaderlerine terk edilmişlerdir. Dersim Sancağı‘nda yaşayan aşiretlerin, Yavuz Sultan Selim dönemi sonrasında da Alevilikle ilgileri devam etmiştir. Bununla birlikte Orta Asya menşeli âdet ve göreneklerini de terk etmemişler ve bu adetlerini Osmanlılar zamanında da devam ettirmişlerdir.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti, Tanzimat Fermanı ile uygulamaya çalıştığı bir kısım yeni düzenlemeleri bütün ülkeye teşmil etmek için uğraşmaya başlamıştır. Bu cümleden olmak üzere 1848 tarihinde Diyarbakır Eyaleti yeniden teşkilâtlandırılmış ve Harput ayrı bir eyalet haline getirilerek, Dersim Sancağı teşkil edilmiştir. Dersim Sancağı‘nın teşkil edilmesinden sonra, ülke genelinde yapılan bir kısım değişiklikler bu mıntıkada da yürürlüğe konulmuştur. Ancak Osmanlı Devleti uzun bir süre bu bölge ile yeterince ilgilenmediğinden dolayı, Dersim Sancağı‘nda yaptığı yeni uygulamalarda fazla başarılı olamamış ve özellikle bu tarihe kadar devlet otoritesinden uzak yaşayan aşiretlerin muhalefeti ile karşılaşmıştır.
Dersim Sancağı‘ndaki yeni uygulamalar için bir kısım aşiretlerden istifade etme yoluna gidilmiş, bununla birlikte aşiretler yapılmak istenen değişiklikleri fazla benimsemediklerinden dolayı, bu durum aşiretler arasındaki çekişmeleri artırmak ve bir kısım aşiretleri daha imtiyazlı bir hale getirmekten başka bir sonuç vermemiştir.
Bölgede 1848 tarihinden Osmanlı Devleti‘nin dağılmasına kadar geçen süre içerisinde, bir kısım yeni düzenlemeleri gerçekleştirmek mümkün olabilmiş ise de, tam manası ile aşiretleri ıslah etmek mümkün olmamıştır. Bunun başlıca sebebi ise bu bölgede görülen aşiret hayatının devam etmesidir. Özellikle aşiret reisleri ve seyyidlerin bölge halkı üzerindeki tesirleri büyük olup, bu kişiler halkı istedikleri gibi yönetmişlerdir. Yapılmak istenen yeniliklerin kendi durumlarını tehlikeye düşürdüğünü görünce de, yeni uygulamalara karşı çıkmışlardır.
Osmanlı Devleti bölgede devlet otoritesini tesis etmek için 1848 tarihinden itibaren bir kısım askerî harekâtlar yapmıştır. Bu harekâtlar sonucunda başlangıçta bir kısım başarılar elde edilmiş ise de, askerin bölgeden çekilmesi ile durum tekrar eski haline dönmüştür. Osmanlı Devlet adamlarının bölge ile ilgili olarak yazmış oldukları raporlarda yer verdikleri bölgede askerî harekâtlarla beraber, ıslahatların yapılması gerekliliği, bir türlü uygulanamamıştır. Bölgenin oldukça ârızalı bir coğrafî konuma sahip olması, bu bölgede Osmanlı Devleti‘nin işini zorlaştıran bir diğer husus olmuştur.
1848 tarihinden Osmanlı Devleti‘nin dağılmasına kadar geçen süre içerisinde aşiretlerin bir kısmı devlet otoritesini kabul etmek istememişler ve asayişsizlik bu bölgede sürmüştür. Bununla birlikte bu dönemde Dersim Sancağı‘nda meydana gelen bu asayişsizlik hareketlerini belli bir sebebe bağlamak mümkün değildir. Bunun başlıca sebebi, uzun bir dönem aşiret hayatını sürdüren bölge halkının birden bire bundan vazgeçmeyi kabul etmemesi olmalıdır. Esasında XIX.yüzyılda Anadolu‘nun çeşitli bölgelerinde meydana gelen bir kısım isyan hareketlerine bakıldığında bunun siyasî, etnik ve dinî bir mahiyet arz etmediği görülmektedir. Dolayısı ile Dersim Sancağı‘nda da, Osmanlı döneminde meydana gelen hadiselerin dinî veya etnik bir mahiyeti söz konusu değildir.
Bölgede yaşayan aşiretlerin hemen tamamı konar-göçer hayatını sürdüren aşiretlerden oluşmakta olup, bulundukları bölgenin ziraata elverişli olmamasından dolayı daha ziyade hayvancılıkla uğraşmışlardır. Bu bölge hakkında devlet merkezine gönderilen raporlarda bölgede görülen eşkıyalık hareketlerinin daha ziyade geçim sıkıntısından kaynaklandığı belirtilmiştir. Ancak eşkıyalığı sadece iktisadî sebeplere dayandırmak doğru değildir.
Sosyal bir olay olarak karşımıza çıkan eşkıyalık ve eşkıyalar üzerine değişik görüşler ileri sürülmüştür. Eşkıyalık, başka bir deyişle kanun dışı kalmaktır. Yani mevcut düzenin meşru kanunlarının tersine davranışlarda bulunmaktır. Bu tarife göre eşkıyalığın mahiyeti daha da genişlemektedir. Kanun dışına çıkışın pek çok sebebi vardır. Hakim olan görüşe göre iktisadî zorluklardan dolayı geçim sıkıntısına düşen veya haksızlığa uğrayan bir kişi eşkıyalık yapmaktadır. Bunu büyük topluluklar olarak da düşünmek mümkündür. Oysa bu izahlarda meselenin ahlakî yönünün ele alınmadığı görülmektedir. Zira bu hadisenin bir de ahlakî ve psikolojik yönü vardır. insan her devirde aynı özelliklere, dolayısıyla aynı endişe ve korkulara veya ihtiraslara sahiptir. Daha kolay yoldan kazanmak, kısa zamanda ve zahmetsizce kazanmak, her insanın benliğinde bulunan bir duygudur. işte insanda var olan bu duygulara, söz konusu sebepler de eklenince, eşkıyalık için zemin oluşmaktadır. Dolayısıyla eşkıyalık yapanlar halktan da bazı yardımlar görmek suretiyle, bunu daha sonraları meşru bir iş gibi görmeğe başlamışlardır.
Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere, eşkıyalığın sebepleri sadece iktisadî meseleler değildir. Öyle olsaydı, Dersim Sancağı‘nda yaşayan bütün aşiretlerin eşkıyalık olaylarına karışmaları gerekirdi. O halde burada bir kısım başka sebepler de söz konusudur. Uzun süre devlet kontrolünden uzak kalan kişiler veya aşiretler uygun zemini de bulunca kanun dışı hareketlere başvurmuşlardır. Ancak bu durum bütün aşiretler için söz konusu değildir. Bu arada bu bölgede yaşayan aşiretlerin göçebeliği yani hayat şartları dolayısıyla iktisadi şartlar, kanun dışı davranışların haklı ve asıl sebepleri olarak kabul edilemez.
XIX.yüzyılın ikinci yarısında Dersim Sancağı‘nda meydana gelen eşkıyalık olaylarının sebebi de sadece iktisadî meseleler değildir. Bu bölgede eşkıyalık olaylarına karışan aşiretlerin kendilerini geçindirmeğe yetecek kadar arazileri ve başka geçim kaynakları -özellikle hayvancılık- vardır. Dolayısıyla eşkıyalık olaylarına karışan aşiretler soygun yaparak elde edecekleri paraya muhtaç değildirler. Buna ilave olarak üzerlerine düşen vergileri veremeyecek durumda da değildirler. Aksine Dersim Sancağı‘nda olduğu gibi vergi vermek ve bu yolla kontrol altına girmek istememektedirler. Bütün bunlara dayanarak eşkıyalığın iktisadî ve sosyal düzensizlik, ahlakî çöküntü ve merkezî otorite boşluğundan doğan bir sosyal olay olduğu söylenebilir. Bu sayılan şartların tamamı Dersim Sancağı‘nda oluştuğundan dolayı, eşkıyalık da kaçınılmaz olarak oldukça yaygınlaşmıştır.
Uzun bir dönem devlet otoritesinden uzakta yaşayan bir kısım aşiret reisleri ve seyyidler, bölgede yapılmak istenen yeni uygulamalarla kendi hakimiyetlerinin zayıflayacağını anlamışlar ve devamlı surette buna karşı çıkmışlardır. Devletin yanında görünen bir kısım aşiret reisleri de, bu niyetlerinde bir türlü samimi olmamışlardır.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında Dersim Sancağı‘nın iktisadî durumu iyi olmamasına rağmen, bu durumu düzetmek için bu bölgeye yapılmak istenen yollar, bölgede devlet denetimini artıracağı endişesi ile aşiretler tarafından devamlı suretle engellenmiştir.
Dersim Sancağı 1848 tarihinde oluşturulmuş olmakla beraber, Osmanlı Devleti‘nin dağılmasına kadar geçen süre içerisinde bölgede ciddî mânâda bir ıslahat yapılamamıştır. Bunun en büyük zararı ise bölgede yaşayan halka olmuş ve bölge halkı özellikle aşiret reisleri ve seyyidlerin engellemeleri yüzünden bir türlü cehalet zincirini kıramamışlardır.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında Dersim Sancağı‘nın teşkil edilmesinden sonra, bu bölgede devlet otoritesinden uzak kalmaktan dolayı görülen bir kısım meseleler, daha da artarak devam etmiştir. Bölgenin siyasî tarihi bir türlü asayişsizlikten kurtulamamıştır. Dersim Sancağı‘nda bulunan aşiretlerin yine bu dönemde büyük ölçüde silâhlandıkları da dikkat çekmektedir. Osmanlı Devleti bu dönemde içte ve dışta çok büyük meselelerle uğraşmak zorunda kaldığından bu silahlanmayı da önleyememiştir.
Sonuç olarak Cumhuriyet dönemine gelindiğinde, Dersim bölgesinde yaşayan insanların birçok meselesi hâlâ çözümlenmemiş olup, bölgedeki asayişsizlik ve aşiret hayatı da birçok olumsuzluğu ile birlikte sürmekteydi, denilebilir.
Mustafa Eriş: Son olarak 1937–1938 Dersim Olayları hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Prof. Dr. İbrahim Yılmazçelik: Öncelikle hemen şunu belirteyim ki, bu konu üzerinde akademik manada bir çalıma yapmış değilim. Bu sebeple konu hakkında fazla bir yorum yapma şansına da sahip değilim. Ancak daha önce de açıkladığım üzere, 1937–1938 Olaylarının iyi anlaşılabilmesi için bölgenin tarihinin çok iyi bilinmesi gerekmektedir.
Zira Cumhuriyet dönemine gelindiğinde, Dersim bölgesinde yaşayan insanların birçok meselesi hâlâ çözümlenmemiş olup, bölgedeki asayişsizlik ve aşiret hayatı da birçok olumsuzluğu ile birlikte sürmekteydi. Dolayısıyla yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti uzun bir süre iç ve dış meseleler yüzünden bu bölge ile ilgilenememiştir. Bu meselelerin bir kısmını hallettikten sonra bu bölgedeki durum ciddi bir şekilde ele alınmıştır. Cumhuriyet idaresinin getirdiği yeni düzenlemeler yavaş yavaş bu bölgeye de kaydırılmıştır. Ancak bu yeni düzenlemeler uzun bir dönem devlet otoritesini kabul etmeyen bazı aşiretler tarafından kabul edilmek istenmemiştir. Aşiret reisleri kendi hâkimiyetlerinin biteceğini anlamışlar ve bu sebeple yapılmak istenen düzenlemelere ciddi bir muhalefet yapmışlardır. Bölgede yapılmak istenen; feodal düzenin yıkılması ve devlet otoritesinin tesis edilmesidir. Konunun etnik veya dini sebeplerle uzaktan yakından alakası yoktur.
Konunun askeri boyutu ve 1937–1938 de yapılan askeri harekât ayrı bir değerlendirme konusudur. Ancak harekâtın haklılığını tartışmak büyük bir haksızlık olur, kanaatindeyim. Bu vesile ile hiçbir zaman fikri platformlarda bir araya gelmesi mümkün olmayan bazı kimselerin, sanki kendileri mazlumların yanındaymış gibi yapıp, bu hadise üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve onun kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef almaları oldukça düşündürücüdür.
Ali Kayadan alıntı
DERSİM TARİHİ
MÖ 5000 yıllarında Dersim yöresinde yaşadığı saptanan müşki adlı Aryalarla başladığı Asur bölgelerinde Dersim halkının MÜŞKİ adı ARYALAR olduğu belirtilmektedir. Daha sonraki dönemlerde KARDUK adını alan bu kavim, Hitit krallığı&nın yıkılmasıyla batıdan gelen PALA ve diğer Hititlilere karıştılar....Bu dönemde Şuhna, Ishüru, Alshi halkları Hititlere komşu idiler. MÖ 4000 lerde Sümerlerin egemen olduğu Akad Kralı Sargan ve Naramsine ait kitabelerde anlaşılmaktadır, ancak MÖ 2370-2330 yıllarında Dersim, Akadlar Devletinin bir ili olarak gösterilmektedir.
MÖ 2200 de Dersim ve çevresi Mezopotamya-Anadolu arasındaki ticari ilişkilerde geçiş noktası; bu binyılın ikinci yarısından önce bağımsız Hurri Krallığı arkasında Hitit İmparatorlığu (XV. Yüzyılın ortaları XI. Yüzyılın sonu) yayılma siyasetinde öncelikli bir yer tutan bölge olmuştur.MÖ 2....de işu va diye anılan bugünkü Tunceli-Elazığ bölgesinin halkı olan Hurrilerin uygarlık açısından Hititleri etkilediği görülür. Daha sonra Saburrular, Hurri diye anılmaya başladılar.MÖ 2000 yılında Kuzey Doğu Anadolu, Hurrilerin egemenliğine girdi. MÖ 1500 yıllarında Hurriler Orta Doğunun en güçlü devleti idi.
MÖ 16.-15. Ve 14. yüzyıllarda bölge Mitanilerin egemenliğine girer. Mitaniler (Mitani halkı Hurrilerden oluşuyordu.) Dersim yöresinde Asurlardan da önceleri bir süre egemenlik kurmuşlardır. (MÖ 1252) Asur Kralı Tukulti (MÖ 1242-1206) Hurrilere ait ALZİ, AMADUNU (Diyarbakır) Purulumzi bölgelerini almıştır. Hitit Kralı Suppuliluila Mas ve oğlu Marsilis (MÖ 1347-1320) yazıtlarında komşu ALZİ , SUHWA, ISHUVA ve ALSHİ halklarıyla savaşlardan söz eder. Bu halklar Ermenilerden önce bölgeye gelmiş bölgenin ilk halklarıdır. MÖ 1335 yılında Dersim yöresi ile bütünleşen AZZİ HAYAŞA ülkesini Hatti Kralı II. MÜRŞİLİ bir seferle kendisine bağladı. Dersim olarak adlandırılan İşuwa yöresinde MÜŞKİLER yaşıyordu. Erken demir çağında yöreye nereden geldikleri kesin olmayan Müşkilerin Dersim yöresini iskan ettiği bir alan olarak görülmektedir. MÖ.IX. yüzyılda Müşkiler, Murat suyu ile batı fırat arasında UŞUVAyı da içine alan bölgeye gelip yerleşirler. Bu sırada yöre halkı Hurrilerden oluşuyordu. Asur Krallığının bölgeye ilki bu kez Asur-Muşki mücadelesine sahne olur. IX. Yüzyılın sonlarına kadar bölgeye Asur yağmar seferlerine maruz kalır. Dersim çervresi IX. Yüzyıldan iyibaren bu kez Dersim; Asur ve Urartular arasında çekişme konusu olur. Ancak Asurlar bu tarihlerde kendi iç karışıklıkları ile uğraştıklarından bölgenin hakimiyeti el değiştirmiştir.(Hakimiyetini kaybetmişlerdir.) Urartu Kralı MİNUA (810-785/780 yıllarında Alzi ülkesini VIII. Yüzyılın başlarında da (799 dan sonra) ele geçirerek kendi eyalet sistemi içine katmıştır.
MÖ VIII. Yüzyılda Dersim yöresi Urartuların egemenliği altına girdi. Urartular(MÖ 900-612) Müşkilerin saldırılarını püskürttüler.VIII.yüzyılda Dersim Urartu Devletinin sınırları içerisinde olup, Urartular-Dersim-Elazığı yöresine Süpani diyorlardı. Urartu halkı MÖ II.yüzyılarından kalma Hurriceye yakın bir dil konuşuyorlardı. Urartu Devleti, Hurri soylarının küçük prenslikleriyle bir birlik olusturmaları sonucu kurmuşlardır.
İlk Kralı Sarduri I. (MÖ 840-825) Dersim yöresi VI-II. Yüzyılda Urartu sınırları içerisinde göstermektedir. İzolide, Bağın Mazgirte ve Paludaki yazıtlarda bu gerçeği kanıtlamaktadır.
Kral II. Rusa (MÖ 678-645) Mazgirti bayındır bir haline getirerek, kaleye bir kitabe yazdırır. Dersim yöresindeki Müşkilerin saldırısını püskürtmüş ve bu dönemde etkisiz hale getirmiştir.Mazgirt kale köyündeki kale II. Rusa döneminde yapılmıştır.
MÖ 715 yılında Med aşiretlerinin önderlerinden Dayarikko Keyeksa tüm Med aşiretlerini (Med, Guti, gui, Kusi, Lolo, Mamai, Kardus, haldi ve Kardu) bir araya getirerek bugünkü iran şehri Hamedanda Medleri bir devlet çatısı altında birleştirdi. MÖ 600 yıllarında Medler, Urartu Devletini ortadan kaldırdılar. Böylece Urartuların yerine bölgeye Medler egemen olurlar. Medler MÖ 7. yüzyılda İşuvayı, 560 yıllarında ise Doğu Dersim yöresini ele geçirdiler.Böylece Dersim bölgesi Med Devletinin egemenliğine girdi.
Medlerin Dersim yöresindeki egemenlikleri süresince dinsel alanda yüzyıllar boyunca silinmeyen izler bıraktıkları anlaşılmaktadır. Dersimde şiiliğin bir kolu olan Ehl-i Hak Mezhebi büyük ölçüde Zerdüştlükten etkilenmiştir. MÖ VII. Yy.da Dersim Med egemenliği altına girdi. Ancak yerleşik bir düzen oluşturamayan Med Devletine MÖ 550 de Persler Anadolu ya sefer yapar.Dersim yöresini fetheder.Pers döneminde Medya Sınır Saptanlığı içinde yer alan Dersimin yerel halkı, Haldiler, Khalibler, Massinekler ve Akilisenlerden oluşmaktaydı. 13. Satraplık olan Akilisenler, Dersim için bulunduğu Armenia satraplığının sınırları Ağrı Dağından, Fırat ırmağının kıyısına doğru uzana bölgeyi kapsıyordu.
Heredotun 13. satraplık olarak belirlediği Dersimin içinde bulunduğu satraplığın o zaman ki valisi ORTATAŞ, Akilisene yöresini de kapsayan alanda valilik yapıyordu.
MÖ 334 yılında Büyük İskender; Biga Çayı İSOS savaşı daha önce de Gawgamala (Kerbela yakınlarında) yaptığı savaşta Persleri ağır yenilgilere uğratan Makedonyaluı İskender, tüm Anadoluyu Makedonya topraklarına kattı. Pers soylularından Ariorates, MÖ 332de Dersimi kapsayan topraklarda Makedonya Krallığını kurdu.
Makedonyalıların Anadoluya egemenlik yılları isyanla geçer.İsyanların başını Akilisene (Dersim) ve Kapadokya halkı çeker. II. Ü. Ariorates, Makedonyalılara karşı başarılı bir direniş örgütleyerek, MÖ 301 de Kapadokya Krallığını yeniden kurdu.Ancak Makedonyalı asker önderler isyan bölgesine gelerek , katliam yaparak isyan bastırdılar.(MÖ 322) İskenderin ölümünden sonra Perdikkas ayaklanma bölgesi olan Akilisene gelir, Dersim&deki ayaklanmayı bastırır. Dersim böylece Makedonya egemenliğine girer. Dersim bölgesi MÖ 230 yılında Kapadokyaya dahil edildi.
MÖ 180 lerde Kapadokya Krallığı, Anadoluyu işgal politikası gütmekte olan Roma İmparatorluğunun uydusu durumuna geldi.Anadoluda Roma ordusuna karşı da etkin olan Pontos Krallığı, Kapadokya topraklarını işgale yeltenince, Roma-Pontos savaşı başladı.
Sulla komutasındaki Roma ordusunun Potos-Ararks işbirliğini çökertmesinden sonra, etkinliği azalan Pontos Devleti, son kralları Mitridates, Evpaturun Roma komutanlarına yenilmesiyle ortadan kalkınca Dersim Roma egemenliğine girdi.
Part Krallığı döneminde ise , Part Krallarından Mitridates MÖ 140 yılında Dersim bölgesini egemenliği altına alır.Araks (Part) Krallığı, Selekidlere meydan okurlar. Pers Krallığı ülke topraklarını daha sonra Perslerle paylaşırlar.. Bu prensliklerden birini de ARTARSASD in oğlu Tigran (Dirkan) yönetir.Tigran, Sophane (Dersim-Elazığ) Krallığını da alarak, böylece dersim bu dönemde TİGRAN ın egemenliği altına girdi. MÖ 70 lerde ise Arasklar yönetimiyle, Arsaklar arasında el değiştirdi.
MÖ 69-66 yıllarında Romalılar Lukullus komutasında ki bir orduyu Tigranın üzerine gönderirler.Lukullus Malatya (Melitene) Sophane (Dersim-Elazığ) yörelerini yağmalar.Tigran Vana kaçar. MÖ 55lerden başlayarak Doğu Anadoluya giren Partlar Dersimde etkinlik sağladılarsa da , bu etkinliği kıran roma Askeri gücü, bölgeyi kapadokya eyaletine bağladı.
Romalılar MÖ I. yüzyıldan itibaren partların üzerine sürekli seferler düzenlemişlerdir. Partların (Arsaklar) direnişi uzun yıllar sürer. Part Kralı MİDRDATES, Ermeni (ARASK) Kralı ve damadı Tigran Romalılara karşı savaşmışlardı. Bu dönem de Dersim bazen Arsakların bazen de Araskların egemenliği sınırları içinde kalmıştır.
Sasaniler (212-642) Babekin oğlu Erdeşir 226 yılında Sasani İmparatorluğunu kurmuştur.Grek ve Roma tarihçilerine göre, Sasaniler, Romalılarla ve Bizanslılarla savaşmışlardır.Daha sonra Sasanilerle Bizanslılar arasında kalıcı bir barış yapılır.Dersim-Elazığ yöresi Sasani İmparatorluğu içinde kalır. 395 ten sonra Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğunun egemenliği altına giren Dersim Roma Mezopotamyası denilen Therma içerisinde iken İran-Sasanlı ve Bizans orduları etkinlik savaşlarına sahne olur. Sasanilerin Dersimdeki egemenlikleri 506 tarihinden sonra başlar.Sasani hükümdarlarından I. Kubart (Kavaz) Dersim yöresini İmparatorluğunun sınırları içine alındığı söylenirse de, bölgenin dağlık oluşu, nedeniyle egemenliği her zaman olduğu gibi şaibeli kalmıştır.
642 yılında Halife Ömer zamanında Nihavend Savaşı (642) sonucunda Arap İslam Orduları Sasani Şahı olan III. Yezdigirti yenilgiye uğratmasıyla, Araplar, Sasani Devletinin siyasi valığına son verirler.
661 yılında Araplar Habib b. Meslene tarafından Doğu Anadolu bölgesinde fetihlere girişilir. Bizans İmparatoru Konstantin durumu kendi lehine çevirmek için Dersim; Erzincan ve Erzurum yöresine sefer düzenler, olumlu sonuçla döner. 653 yılında Habib, Mesleme, Ermeni valilerin desteğiyle Dersim&de denetimi sağlarsa da, Dersim bu dönemde Bizans; Arap güçleri arasında sürekli el değiştirmişti.(686)
700 yılında Arap İslam Ordusu Abdullah b. Abdülmelik komutasında bir sefer yapar ve Erzurum, Erzincan,Dersim bölgesi Arap egemenliğine girer.
772 yılında Abbasi yönetimine karşı Dersim yöresinde genel bir ayaklanma olur.(Ayaklanma içinde Ardzruni, Bağratlı ve Mmikon Ermeni kökenli boyları vardır.) Dersim merkezinde başlayan bu ayaklanma, genişleyerek isyan dalgası Erzurumu kuşatma altına alır. Amir; b. İsmail El Harisi komutasındaki Arap ordusu, Ermenileri Erzurum; Erciş yakınlarında yenilgiye uğratır. Abbasi Halifelerinden Muhammed Mehd ve Halife Mutez döneminde de bölgede isyanlar çıkmıştır.Bu dönemde Bizanslılarla İslam Arap kuvvetleri bölge de etkinlik kurmaya çalışsalar da, Bizans İmparatoru Theoophilo 837 yılında Dersim yöresini yağma eder.Hozat yakınında ki CMU(CMNU) Palin ve Maskert (Mazgirt ile Akkilisene) yöresini işgal eder. Hozatı tahrip eder.Bizansın baskıcı yönetimine karşı halk ayaklanır. 837 yılında Dersim yöresi Bizanslı Jones Karkuas ile Müslüman Hamdanilerden Seyfüdlarının kuvvetleri Harput yakınlarında savaşa tutuşurlar.Karkuas yenilgiye uğrar. Bu savaşta askerlerin çoğu Dersim ve Elazığın yerel halkından oluşuyordu. Bizans Doğu Ordu Komutanlığına İonne Tsimiskes, Batı Ordu Komutanlığına ise kardeşi Leon Phokas getirilir.Böylece Bizans İmparatorluğu Bölgedeki yönetimi Dersimlilerin eline geçer.Çünkü Jonnes Tsimiskes Çemişkezekliydi. Ancak 882 yılında Dersim bölgesi İslam Arap etkisi altına girer
IX. yüzyılda Bizans İmparatorluğu, Mezopotamya içinde yer alan Dersim, bu dönemde Şeyh Hasan Beyliğinin egemenliği altındaydı. Bu dönemde; Türklerin yerli ittifakları olan Şadiller ve Mervan Kürtleri, Bizansa karşı sert darbeler indiriyorlardı. Bu sırada Dersimin Mazgirt yakınlarındaki Bağında Bizansa karşı ayaklanmahaberi İmparator Manuele ulaşır.(1051-1052) Bunun üzerine Bağın yöresine Beros komutasında bir ordu gönderilir.Beros Bağında eşine az rastlanan yağmalar ve zulümler yapar.1055 TE Berosun yeri,ne bu defa Melissene geçer. Bizans İmparatoru THEDORAS Bağın yöresinin yönetimini ve Ermeni Perslerinin savunma görevini Melisseneye verir.Büyük Selçuklu döneminde ise Selçuklu hükümdarı Melikşah, Dersim aşiretlerinden bazılarını(Baba, Mansur ve Kureyşan aşiretleri gibi)Kavurda karşı gösterdikleri başarıdan ötürü, Selçuklu Sultanı Melikşah bu aşiretleri Dersim yöresine iskan ettirmiştir.
Dersim 118-1142 yıllarında Mengücekler; Mazgirt çevresine, beylikler döneminde ise Dersim yöresine egemen olmuşlardı.
Ağustos 1226 yılında Anadolu Selçukluları Çemişgezeki ele geçirdiler, 1228 yılında ise, Mengücekoğulları topraklarının tamamını fetheder.
Böylece Dersim yöresi Anadolu Selçukluların egemenliğine girer. (1231-1237) Anadolu Selçukluların, Büyük Selçukluların yenilmesinden sonra, uzun süre değişik beylikler arasındaki etkinlik savaşlarında durmadan el değiştiren Dersim, 1243te kısmen Moğol egemenliği altına girdi.
13.yüzyıl sonlarından 14. yüzyıl ortalarına kadar Dersim, Elazığ-Malatya, Maraş, Erzincan gibi yerlerde Moğol egemenliği kurulmuştur. Merkezi Erzincanda bulunan Eretna Beyliği (1335) bu dönemde Moğolların varsalı durumundaydı.Osmanlı topraklarına giren Timur Dersim yöresini kısmen de Sivas şehrini kuşatır. Kuzey Dersimin hakimi durumunda olan Muttahharten de Timra itaat eder.Bu dönemde Güney Dersim yöresi ise Şeyh Hasan Beyliğinin egemenliği altındaydı.Muttahharten, 1387 de Timurun egemenliğini tanıyıp, Sivasın ele geçirilmesinde ona yardımcı oldu.Bu hareketi cezalandırmak için Dersim üzerine yürüyen Yıldırım Beyazıd Erzincanı aldıysa da kesin başarı sağlayamadı. Timurun Doğu Anadolu egemenliği yıllarında Karakoyunlular, Erzurum, Sivas, Erzincan ve Dersim dolaylarına yerleşirler. Akkoyunlular XV.yüzyılın ilk yarısında Dersim yöresini kendi kendi yönetimine alırlar. Ankara savaşından sonra uzun süren Dersim&deki etkinlik savaşlarında taraf olmayan Dersimliler, Osmanlılar 12 Ağustos 1453 Otlukbeli savaşıyla yöreyi ele geçirmeye çalışsalar da, Dersim yöresinde üslenen Şah ismailin güçleri ve Dersimin hakimi Hacı Rüstem güçleri Osmanlı egemenliğini sarstılarsa da , 1514 Çaldıran savaşıyla yöredeki Osmanlı etkinliğini kısmen sağlamıştı.
Bütün bunlara rağmen Dersimin tamamı Osmanlı egemenliğine girmedi. Dersim ile Osmanlı Merkez yönetimi arasında bağlar sağlanmıştır.XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Dersim muhtariyet olarak kalmıştır.
Tanzimat döneminde ise Dersim komutanlığı Şah Hüseyin adlı bir Dersimlinin egemenliğindeydi.
Osmanlı merkez yönetimi ile Dersimliler arasında kaynaşmalar devam ederse de XIX. yüyılda Dersim özerk olarak yönetilir.(Abdülhamit döneminde Dersimin özerk olduğunu belirtir)
1847 yılında Dersim sancağının Erzurum eyaletine verilmesinden sonra , 1859 yılında da yapılan değişiklikle Harput eyaletine bağlandı.
1890 yılı Devlet sahnamesinin kayıtlarında şöyle anlatılır.Mamuret Ül Aziz vilayetine bağlı bir sancak olan Dersimin merkezi Hozat olup, Ovacık, çemişgezek, Çarşancak, Mazgirt, Kuzucan (pülümür), Kızılkilise(Nazmiye) ve Pah kazalarından oluşmaktaydı.
1892 yılında Dersim, Erzurum vilayetinin Erzincan sancağına bağlıydı. 1916 ve 1918 yılında da herhangi bir yönetsel değişikliğe uğramadı.
Cumhuriyet döneminde de değişmeler sürmüştür. Cumhuriyetten sonra il yapılan Dersim, 1923 te ilçe olarak Elazığa bağlandı. 1936 yılında tekrar il yapıldı. Ve 2884 sayılı özel kanunla Dersim adı Tunceli olarak değiştirildi.